İsrail'in Suriye Planı

61 yıllık Baas rejiminin 8 Aralık 2024 tarihinde devrilmesinin ardından, İsrail ordusu Suriye’ye karşı yürüttüğü operasyonları daha da yoğunlaştırdı.

Abone Ol

61 yıllık Baas rejiminin 8 Aralık 2024 tarihinde devrilmesinin ardından, İsrail ordusu Suriye’ye karşı yürüttüğü operasyonları daha da yoğunlaştırdı. Son dönemde gerçekleşen saldırılar, bölgedeki istikrarı ciddi şekilde sarsarken, askeri ve lojistik altyapıya büyük darbe vurdu.

Yüzlerce hava saldırısıyla Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki askeri üsler, hava savunma sistemleri, mühimmat tesisleri ve önemli lojistik merkezleri hedef alındı. Bu saldırılar, Suriye’nin askeri kapasitesini önemli ölçüde zayıflatırken, ülkenin savunma mekanizmalarını da derinlemesine etkiledi.

İsrail, bu operasyonlara karşı gerekçe bulmuş durumda. Beşşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından kurulan yeni geçiş hükümetine güvenilmediği, Suriye'deki Dürzilere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması ve Şam'ın güneyinde güç konuşlanmasının engellenmesi gibi gerekçeler öne sürülüyor. Ancak burada asıl amacın, ''güvenlik'' ya da ''terörle mücadele'' değil, uluslararası hukuka meydan okuyan politikalarla bölgedeki haritaları değiştirmek ve yeniden tarih yazmak olduğu kolaylıkla anlaşılıyor.

Nitekim Netanyahu’nun; Kuneytra, Dera ve Süveyda’nın tamamen silahsızlandırılmasına yönelik talebi ve Golan Tepeleri ile tampon bölgedeki varlıklarının süresiz olarak devam edeceğine dair açıklamaları, Suriye’nin geleceğine yönelik niyetlerini de açıkça ortaya koyuyor. 

Özellikle Dürzilerin durumu,İsrail'in politikalarının çelişkisini gözler önüne sermekte. 2016 yılında Suriyeli Dürzileri olası saldırılardan koruma sözü veren İsrail, 1967’den beri Golan’ın işgal edilmesinin ardından Dürzilerin İsrail vatandaşlığını kabul etmeyişini ve Suriyeli kimliklerini korumalarını önemsememektedir.

Dürziler, hayali tehditlere karşı  herhangi bir koruma talebinde bulunmadıkları gibi, İsrail’in iç işlerine müdahale girişimlerine de açıkça karşı çıkmaktadırlar. Hatta Dürzilerin, ruhani lideri ''Şeyh Hikmet el Hicri'', birleşik bir Suriye'ye olan bağlılıklarını teyit ederek, her türlü ayrılıkçılığı reddetmektedir. Buna rağmen İsrail, yakın geçmişte kontrolündeki Dürzilere karşı, ev yıkımları ve sokak protestolarıyla onları zor durumda bırakırken, kendini bu kez onların kurtarıcısı ve hamisi olarak sunmaya çalışmaktadır.

Filistin halkının kanını döküp yerlerinden ve yurtlarından eden bir yönetimin, Netanyahu'nun ileri sürdüğü "azınlıkları koruma" bahanesiyle Dürzileri koruyabileceğini iddia etmek, doğrusu gerçeklerle bağdaşmaz. Bu durum, özünde bir koruma anlayışından çok, çıkarlar doğrultusunda izlenen bir politikaolarak ortaya çıkmaktadır.

İsrail, mevcut sınırların ve güç dengelerinin kökten değiştiği, parçalanmış ve kantonlaşmış bir Suriye tasavvur ediyor; kuzeydoğuda bir Kürt kantonu, güneyde Dürzi bir bölge, Akdeniz kıyısında Alevi bir bölge ve merkezi otoriteden koparılmış dağınık Sünni bölgeleri hedef alıyor. Bu plan sadece retorik bir söylem değil, aynı zamanda İsrail'in bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme ve parçalı yapılar üzerinden kendine alan açma stratejisinin bir parçasıdır. 

Bölgesel istikrarsızlık ve çatışmalar karşısında İsrail'in amacı, barışı sağlamak değil, bölgedeki hegemonya ve kontrolünüartırmaktır. Suriye'yi tamamen felç etmek ve bölgedeki istikrarı bozmaktır. Bölünmüş ve kantonlaşmış bir Suriye bağımsızlık hayali kuramaz; aksine müdahalelere açık hale gelir. Topraklarının işgaline direnemez ve İsrail'in güvenliğine tehdit oluşturamaz...

Bu bağlamda, bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve bölünmüş yapılar üzerinden nüfuzunu artırmak amacıyla Tel Aviv yönetimi, Kürtler ve Dürzilerle askeri ve stratejik ilişkilerini derinleştirme çabası içinde. Ancak bu hedefin arka planında, Türkiye'nin bölgedeki etkisini azaltmak ve İsrail’in kuzey sınırlarını güvence altına almakyatmaktadır.

Türkiye bölgede birleşik ve bağımsız bir Suriye'yi desteklerken, İsrail'in çıkarları bunun tam tersini gerektirmektedir. İsrail, Türkiye'nin Suriye'deki askeri ve diplomatik varlığından da endişe duymaktave Ankara'nın, bölgedeki geniş hareket alanını kısıtlamaya çalışmaktadır. Bu durum, İsrail'in bakış açısını Türkiye'ye çevirmekte, bazı  stratejistlerin de, Türkiye'yi, İran'dan daha büyük bir tehdit olarak görmesine neden olmaktadır.

Sonuç olarak İsrail'in Suriye topraklarındaki saldırıları, yalnızca ülke egemenliğinin ihlali değil, aynı zamanda İslami sürekliliğin özüne de meydan okumaktır. Bu bölge İslam medeniyetinin gelişiminde önemli rol oynamış, İmam Nevevi, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Kesir gibi büyük İslam alimleri ve düşünürleri yetiştirmiş bir kültürel mirasa sahiptir. Netanyahu yönetiminin bu bölgelere yönelik saldırıları, hem dini, hem de kültürel sürekliliğin devamını tehlikeye atan bir durum olarak öne çıkmaktadır. Bölgedeki gelişmelerin, İslam tarihi ve kültürüne ağır darbe vuran boyutlar taşıdığı da âşikârdır.