DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB açıklaması:

Bilindiği gibi Gezi parkına “topçu kışlası” ve “AVM” yapılma girişimlerine karşı başlayan eylemler, AKP iktidarının 11 yıldır kendisi gibi düşünmeyenler üzerinde uyguladığı baskı ve dayatmacı uygulamalara tepki olarak ülke çapına yayılmıştır.

Demokratik tepkisini gösteren halka yönelik saldırıların boyutu giderek artarken, darbe dönemlerini bile gölgede bırakan bir şekilde avukatlar, doktorlar, gazeteciler gözaltına alınmış, gözaltına alınanlara şiddet ve işkence yapılmış, ülkenin çeşitli illerinde fiilen olağanüstü hal ilan edilmiştir.

Günlerdir yaşananlar bütün boyutlarıyla halkın gözü önündeyken, başta Başbakan olmak üzere, hükümet temsilcileri tarafından yapılan eylemler manipüle edilmeye çalışılmıştır. Özellikle Başbakan Erdoğan “işin içinde dış güçler, oyun kurucular, faiz lobileri, illegal marjinal örgütler var” sözleri ile halkı birbirine karşı kışkırtmış, bu kışkırtma sonucunda bazı illerde eli satırlı saldırganlar göstericilere saldırmıştır.

Halkın demokratik tepkisinden rahatsız olan kimi çevreler fiziki saldırılar gerçekleştirirken, Hükümetin gölgesinde sendikacılık yapanlar da durumdan vazife çıkarmış, çeşitli yalan ve iftiralarla iktidarın izinden girmişlerdir. Bartın Eğitim Bir Sen, 17 Haziran’da DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB tarafından gezi parkına yönelik polis şiddetine tepki için yapılan haklı grevi, provokatif bir dille ve yalan yanlış ifadelerle çarpıtmaya çalışmıştır. Eğitim Bir Sen’in, tıpkı Başbakan gibi, yalana sarılarak, greve çıkanlar hakkında, en temel ahlak kurallarını zorlayarak “darbe destekçisi” diyecek kadar küstahlaşmıştır. Eğitim Bir Sen’in “5’li çeteye özenenlerin hevesleri de kursaklarında kalacaktır” açıklaması, sağduyudan yoksun, kışkırtıcı ve buram buram “iktidar yandaşlığı” kokan bir yaklaşımdır.

Bartın Eğitim Bir Sen’in açıklamasında kurumlarımız, 28 Şubat döneminde Genelkurmay’dan emir alarak sokağı ısıtmak için hareket eden “5’li çete” olarak adlandırılmaktadır. Bu iftirayı yapanların korkudan perde arkasına sindiği 28 Şubat sürecinde de, bizler önceki darbe dönemlerinde olduğu gibi askerin ülke yönetimine müdahil olmasına karşı çıkmış “ne şeriat, ne darbe, demokratik Türkiye” sloganıyla sivil siyaseti desteklemiştik. Ülkede demokrasi ve özgürlüklerin yerleşmesi için yıllardır mücadele eden örgütlerimizin, bu mücadelesindeki yeri çok nettir. Bunu tersine çevirmeye hiçbir iftiranın gücü yetmez.

Gezi parkıyla ülkede başlayan demokrasi ve özgürlük taleplerinin, alışılmış devlet ezberiyle dış güçlerin işi şeklinde açıklanmaya çalışılması çok komiktir. Başlangıçtan beri barışçı bir şekilde sürdürülen hak arama mücadelesinin karalanması, hükümet, yandaş medya ve yandaş sendikaların bütün çabalarına rağmen başarılı olamayacak, tarih ve toplumun bu mücadeleye hak ettiği değeri mutlaka verecektir.

Kurumlarımız bu süreçte halkın taleplerinin yanında yer almış ve bir günlük GREV kararı almıştır. Ne bizim grev sürecimizde, ne de Gezi deki diğer eylemler sırasında demokrasi ve hukuk dışı hiçbir hareket görülmemiştir. Bu süreçte şahit olunan şiddetin bir numaralı sorumlusu hükümettir. Ortaya çıkan şiddet, hükümetin emirleri ile hareket eden polisin uyguladığı şiddetten kaynaklanmıştır.

Bizleri “çete” olarak suçlayan fakat kendi varlığını emekçilerden, kendi üyelerinden değil de hükümetin arka bahçesi olmaktan alan Memur Sen; tıpkı arkasına babasını alarak mahalledeki çocuklara meydan okuyan haylaz bir çocuğa benzemektedir. Bu konfederasyonun ülkemiz emek ve demokrasi mücadelesine ne gibi katkısı olduğu dahi şüphelidir. Memur Sen, bu açıklamasıyla, Türkiye‘de emekten, barıştan ve demokrasiden yana olan toplumsal güçleri yanıltmamış, kendi “günün şartlarına uygun sendikacılık” anlayışını bir kez daha tescil etmiştir.

Uluslararası emek sendikaları ITUC ve ETUC tarafından dahi üyelik başvuruları ret edildiği halde, siyasal iktidarın hegemonyasını arttırmak için uğraşmayı “sendikacılık” diye yutturmaya kalkanlar, hangi özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını savunabilir?

Kamu kurumlarında kadrolaşmanın bir numaralı aktörü olan Memur-Sen, bir emekçi örgütünden çok, hükümetin atamalardaki ayağı gibi çalışmaktadır. Ankara’daki atamalar bakanlıklardan değil, bu konfederasyona bağlı sendikaların genel merkezlerinden yapılmaktadır. Bizzat AKP hükümeti tarafından; kamu emekçilerinin mücadelesini etkisizleştirmek için desteklenen ve büyütülen Memur Sen, umut ve beklentileri istismar edilen milyonlarca kamu emekçisini kandırmaya devam etmektedir.

12 Eylül'le birlikte sürdürülen Türk-İslam sentezi, Yeşil Kuşak Projeleri gibi toplumun dini-muhafazakarlıkla kuşatılması politikalarının ürünü olan ve bugün 12 Eylül'ü de aşan baskıcı ve otoriter sömürü ekseninde oluşan iktidarın yeniden üretilmesine araç olanların özgürlükten bahsetmeye hakkı yoktur.

Emekçilerin alın teriyle kazanılmış haklarına saldırıların daha da katmerleşeceği önümüzdeki süreçte de hükümetle kol kola girenler, emek mücadelesini değil, iktidar ve gücün oyuncağı olmayı seçenlerdir.

Konfederasyonlarımız, tüm maddi değerlerin yaratıcısı emeğin en yüce değer olduğu gerçeğinden hareketle ve sendikal mücadelenin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olduğunun bilinciyle Gezi ile başlayan ve ülkenin her yerine yayılan direnişlerde olmaya ve üretimden gelen gücünü kullanmaya devam edecektir. Bu mücadele ülkenin demokratikleşmesi ve bireyin özgürleşmesi mücadelesidir.

Son 11 yılda iktidar gölgesinde ve tamamen iktidarın çizdiği sınırlar içinde “hizmet sendikacılığı” yaparak 15 kat büyüyenlerin, tarihinin her döneminde baskılara, saldırılara ve her türlü emperyalist müdahaleye karşı direnenlere dil uzatmaya, iftira atmaya hakları yoktur.