Trafik, sadece araçların değil; insanların da bir arada bulunduğu ortak bir yaşam alanıdır. Direksiyon başına geçtiğimiz anda, aslında toplumun küçük bir yansımasının içine gireriz. Farklı yaşlar, farklı karakterler, farklı telaşlar… İşte tam da bu noktada sabır ve saygı, trafiğin görünmeyen ama en hayati kuralları olarak karşımıza çıkar.
Günümüzde kazaların büyük bir kısmı hızdan çok sabırsızlıktan kaynaklanıyor. Birkaç saniye erken varma telaşı, bir selektör, bir korna sesi, ardından yükselen tansiyon… Oysa sabır, trafikte hem can kurtarır hem de vicdan rahatlatır. Kimse bilerek yavaş gitmez, kimse bilerek hata yapmak istemez. Bunu unuttuğumuz anda hoşgörüyü de kaybediyoruz.
Saygı ise trafiğin sessiz dilidir. Yaya geçidinde duran bir araç, sinyal vererek şerit değiştiren bir sürücü, ambulansa yol veren bir toplum… Bunlar yazılı olmayan ama insan olmanın gereği olan davranışlardır. Trafikte gösterilen saygı, aslında karşımızdakine değil, kendimize duyduğumuz saygının bir yansımasıdır.
Unutmamak gerekir ki, trafikte karşımızdaki kişi bir “araç” değil, bir insandır. Belki bir baba evine yetişmeye çalışıyordur, belki bir anne çocuğunu hastaneye götürüyordur, belki de direksiyon başında ilk gününü yaşayan bir sürücüdür. Hoşgörü, işte bu bilinmezliklere karşı gösterilen en asil davranıştır.
Trafik kuralları ceza korkusuyla değil, vicdanla uygulanmalıdır. Çünkü trafik sadece yollarda değil, hayatın tam ortasındadır. Bir anlık öfke, bir ömürlük pişmanlığa dönüşebilir. Oysa bir anlık sabır, bir ömrü kurtarabilir.
Sonuç olarak; trafikte sabır, saygı ve hoşgörü lüks değil, zorunluluktur. Daha huzurlu yollar, daha güvenli yolculuklar ve daha yaşanabilir bir toplum için, önce direksiyon başında insan olmayı başarmalıyız.