Türk Dil Kurumu, 2025 yılının kelimesini açıkladı: “Dijital vicdan.”
Aslında bu bir kelime değil, bir itiraf. Toplum olarak vicdanı kaybettiğimizin resmî belgesi.
Bugün vicdan; bir tuş, bir beğeni, bir paylaşım kadar hafif. Ekrana düşen her acıya birkaç saniye bakıp “üzüldüm” diyoruz. Sonra kaydırıyoruz. Hayat devam ediyor. Ölen ölüyor, ağlayan ağlıyor, biz ise vicdanımızı Wi-Fi’ye bağlayıp rahatlıyoruz.
Daha acısı şu:
Gerçek hayatta haksızlığa susanlar, dijitalde kahraman. Sokakta sesi çıkmayanlar, sosyal medyada aslan. Klavyenin başında adalet dağıtıyor, ekran kapanınca hiçbir sorumluluk almıyorlar.
Vicdan eskiden bedel isterdi. Risk isterdi. Bugün ise bedava. Üstelik limitsiz. Bir etiketle temizleniyor, bir story ile aklanıyor. Kimse elini taşın altına koymuyor ama herkes “duyarlı”.
Şunu açıkça söyleyelim:
Paylaşmak, vicdan değildir. Beğenmek, merhamet değildir. Yorum yapmak, adalet değildir.
Gerçek vicdan; rahatsız eder. Uykunu kaçırır. Konforunu bozar. Susmamayı, görmezden gelmemeyi, gerekirse yalnız kalmayı göze aldırır. Dijital vicdan ise tam tersine hizmet ediyor: Kimseyi rahatsız etmiyor, kimseye bedel ödetmiyor.
Bugün yan komşusunun açlığını görmeyen, sokaktaki çocuğa başını çeviren, adaletsizlik karşısında “bana dokunmayan yılan” diyen bir toplum, ekranda vicdan dersi veriyor. Bu ikiyüzlülük değil de nedir?
Asıl soru şudur:
Vicdan, ekran kapandığında da bizimle mi, yoksa sadece çevrim içi mi çalışıyor?
TDK’nın seçtiği “dijital vicdan”, geleceğin kavramı değil; bugünün çöküşüdür. Eğer vicdanımız yalnızca internete bağlıysa, fiş çekildiğinde geriye ne kalıyor?
2025, vicdanın daha da dijitalleştiği bir yıl olursa kaybeden hepimiz oluruz.
Çünkü vicdan tıklanamaz, paylaşılmaz, kapatılamaz.
Ya vardır, ya da yoktur.