Bartın ve çevresinden yüzlerce aile, 1960’lı yıllardan bu yana “ekmek davası” için Almanya’nın yolunu tuttu
Almanya’da Yabancı, Türkiye’de Almancı
Bir gurbet hikâyesinin izleri…
Bartın ve çevresinden yüzlerce aile, 1960’lı yıllardan bu yana “ekmek davası” için Almanya’nın yolunu tuttu. Kimi maden ocaklarında çalıştı, kimi demir çelik fabrikalarında, kimi temizlik işinde, kimi ağır sanayide… Kuşaklar boyu süren bu zorlu yolculukta, dilini bilmedikleri bir ülkede ayakta kalmak için alın teri döktüler. Ama bir şey hiç değişmedi: “Memleket hasreti.”
Almanya’da doğan, büyüyen, okula giden, iş kuran nice evlat; hâlâ yaz aylarında bavulunu toplayıp memlekete gelirken kalbinin bir parçasını orada bırakıyor. Çünkü Almanya’da “yabancı” görülüyorlar. Ne kadar uyum sağlasalar da, isimleri ya da ten renkleri onları hep bir adım geride bırakıyor. Ama işin en acı tarafı, geldikleri topraklarda da “gurbetçi” damgasıyla karşılanmaları…
Havaalanı Açıldı Ama Yol Bitmedi
Çaycuma Havalimanı’nın açılması elbette bölge gurbetçileri için büyük bir kolaylık sağladı. Yıllarca İstanbul’dan, Ankara’dan otobüslerle, saatler süren aktarmalarla memlekete ulaşmaya çalışan insanlar için adeta bir nimet. Ancak birçok gurbetçi hâlâ arabasıyla yollara düşmeyi tercih ediyor. Çünkü yalnızca Türkiye’ye gelmek değil, bu yolculuğun anılarını yeniden yaşamak da onlar için bir gelenek. Almanya’dan çıkıp Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan ve nihayet Edirne’den Türkiye’ye girmek… Bu, hem bir sabır sınavı hem de yılların alışkanlığı.
Eskiden klimasız, makaslı araçlarla yapılan bu yolculuklar, şimdi modern araçlarla daha konforlu hâle geldi belki ama ruhu aynı kaldı. 3 bin kilometrelik yol, bir yılın tüm özlemini taşıyor.
İzin Değil Sanki Tadilat Zamanı
Gurbetçinin izni dört ya da altı haftayla sınırlı. Ancak bu sürenin büyük kısmı kullanılmayan evin temizliği, tadilatı, tamiratı ve akraba ziyaretleriyle geçiyor. Dinlenmek, denize gitmek, yaylada nefes almak çoğu zaman erteleniyor. Ev ne zamandır boyanmamış? Bahçe çürümüş mü? Su tesisatında sorun var mı? Almanya’da belki yüzlerce kilometre uzakta yaşasa da, buradaki evi hâlâ onun yüreğinin merkezi. O yüzden ilgilenmeden, dokunmadan, bırakıp gidemez.
Euro Yüksek Ama Türkiye Ucuz Değil
Dışarıdan bakan bazıları “Euro’yu basıp geliyorlar” diye düşünüyor. Oysa Almanya’da yaşamanın da bedeli ağır. Çalış, çalış, biriktir… Ama Türkiye’de birkaç market alışverişinde o paranın nasıl eridiğini görmek, gurbetçiyi de çaresiz bırakıyor. Geçmiş yıllarda 1-2 Euro’ya dolan market torbaları, şimdi Türkiye’de bile birkaç parça ürünü zor taşıyor. Mazot fiyatları, etiketlerdeki astronomik artış, konut ve arsa fiyatlarındaki uçuş, gurbetçinin belini de büküyor.
Eskiden “Gurbetçi geldi, çarşı canlandı” denirdi. Şimdi gurbetçi bile markette “bu kadar yeter” deyip sepetteki malzemeyi azaltıyor.
Ne Orada, Ne Burada…
Gurbetçinin en büyük dramı belki de budur: Ne Almanya’da tam kabul görür, ne Türkiye’de tam sahiplenilir. Almanya’da “ausländer” (yabancı), Türkiye’de ise “Almancı” etiketi taşır. Dilini unutan, kimliğini korumaya çalışan, çocuklarına memleket sevgisini aşılamaya çalışan, ama bazen kendi bile nereye ait olduğunu bilmeyen bir ruh hâlidir bu.
Çocukları Almanca konuşur, torunları Bartın’ın neresinde olduğunu bile bilmeyebilir. Ama o dede, o nine hâlâ yazları Kozcağız’a, Arıt’a, Ulus’a, Amasra’ya gelirken gözleri dolar. Bir mezar ziyareti, bir dere kenarında içilen çay, bir komşu selamı… Tüm yorgunlukları siler.
Gurbet, yalnızca bir yerden başka bir yere göçmek değil; içinden de bir parçayı her gidiş gelişte yitirmektir. Almanya’da kazanılan her kuruş, alın teriyle yoğrulmuş bir hasretin bedelidir. Ve her yaz gelen o arabaların plakalarında yazan harfler, aslında bir yüreğin memlekete attığı adımı simgeler.
Onlar, hem Almanya’da hem Türkiye’de “misafir” gibi yaşamaya alıştı…
Ama biz onlara memleketin öz evladı gibi davranmayı hiç unutmamalıyız.