Hikâye

Padişahın biri bir gün vezirlerini çağırtır. “ Bana bir ay içinde on sabi, yirmi deli, otuz akıllı, kırk fikirli, elli kuruş para, atmış inek, yetmiş manda, seksen tavuk, doksan yumurta getirin”  diye emreder. Birinci vezir bu sayılanları tez elden toplar sarayı doldurur. Padişah saraya geldiğinde bunlara hayret eder ve vezirin kellesini vurdurur. İkinci veziri bir telaş alır. “Acaba padişah bu sayılanlardan neyi kastetti” diye düşünürken, bir ihtiyara tostlar. İhtiyar vezire “Padişah senden de mi bir şeyler istedi” der. Vezir aradığını bu ihtiyarın bildiğini anlar ve peşini bırakmaz. İhtiyar anlatır:

“Bak evladım; bunlar insanının ömrünü anlatır. İnsan; on yaşına kadar çocuktur. Yaptığı işlerden sorumlu değildir. Düşüncesi oyundur. Her şeye oyuncak gözüyle bakar. Başına gelecekleri düşünemez. On ile yirmi yaş arası deli hareketleriyle meşhur olur. Yaptığını düşünmeden yapar. Yaptıklarını kendisinden başka kimse tanımaz. Yirmi ile otuz yaş arası akıllı olur. Yapacağı işi önceden düşünür, etrafındakilere sorar öğrenmeye çalışır. Otuz ile kırk yaş arası fikirli olur. Yapacağı işi önceden iyice düşünür, görüşünü anlatır, başkalarının da görüşünü dinler. Faydası varsa yapar, yoksa vazgeçer. Kırk - elli yaş arası o zamana kadar biriktirdiği paraların hesabını yapar. Elli yaş civarı insanın güçsüzleştiği zamandır. Elli kuruş paradan kasıt budur. İnsan atmışına geldiği zaman everecek oğlu - kızı vardır. Bunlar evlenmek ister. Bu zamana kadar biriktirilen parayı almaya çalışırlar. Atmış inekten kastedilen de budur. Paraları kendisinden sağılır. Yetmiş yaşına ulaşan insan ağırlaşır. Etrafında olanlara kulak vermez. Kovaladığına yetişemez, kaçtığından kurtulamaz. Ağır hareketleriyle manda gibi olur. Seksenine gelen insan yaptığını bilmez. Elinde bastonla iki ayak üçe çıkmıştır. Habercilerin biri gelir biri gider. “ihtiyarlık ve hastalıklar ölümün habercisidir.” Tavuklar uzun müddet hastalığa dayanamazlar. Doksanına gelen insan yumurta gibi hassas olur. En küçük şeyden alınır ve kırılır. Ayakları dörde çıkmış pîri fanilik ilerlemiş, öleceği günü beklemektedir.”

İkinci vezir bu hikâyeyi padişaha anlatır ve kellesi vurulmaktan kurtulur. Kıssadan hisse almak lazım. Biz bunların neresindeyiz? Ölüm insana şah damarından daha yakındır. Belli bir yaşı yoktur. Dünyadaki isteklerimize ulaşamadan gelip çatmaktadır.

Ben bu hikâyeyi dinlediğimde otuzlu yaşlardaydım. Allah rahmet etsin. Ömrünü ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmekte geçiren, hayatın her türlü sıkıntı ve çilesini çeken, ülkenin yokluk yıllarında Balkanlar’dan gelmiş, uzun müddet devlet dairelerinde amirlik yapmış Mehmet Görgülü ağabeyimizden dinlemiştim. Not ettiğim tarh ise 20 Ağustos 1993 yani fikirli yıllar.  Kaderde bizim için ayrılmış olanları alıyoruz. Sorumluluğumuz altındakilerle paylaşmaya çalışıyoruz. Yarın, bizim için meçhul olduğundan sonunu bilemiyoruz. Sokaklarda gördüğümüz ellerinde baston, vücut doksan derece olmuş garipleri seyredin. Sonuç mu dersiniz? Huzur evinde ele muhtaç, belki de viraneye dönmüş evinde kapılara bakan. Bir dokunsan bin ahh işiteceğin insan. İşte hayatın sonu bu, anlayana!….

“Âdemoğlu uykudadır, öldüğü zaman uyanır” buyuruyor kâinatın efendisi. Uyanma zamanımız yaklaşmaktadır. Ne kadar uzakta olduğunu bilemiyoruz. Aynaya baktığımızda saçlarımıza ak düşmüşse, belde ağrı, dizde derman, gözde fer kaybolmaya başlamışsa uzaklarda beklemeyin. Bakarsın bir gün güneş üzerimize doğmaya bilir. Doğan güneşte batmayabilir. Veysel’in dediği gibi, “Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece” yolculuk son bulmadan, bizi bekleyen ebedi yurda buradan bir şeyler gönderelim. “Dünya ahretin tarlasıdır.”

İnsanın başına gelenler kendi yaptıklarıdır. Bu dünyada ne yaparsak ahirette onunla karşılaşırız. Dünyanın derdi, meşakkati, sıkıntısı, çilesi bitmez. Doymayan mide, baki kalmayan makam ve mevki peşinde koşarken, ebedi yurdu unutmayalım. Her şey birer emanettir. İmtihan vesilesidir. Bulunduğumuz yerin hakkını verelim ki yarın ondan da hesaba çekilmeyelim. Ayrılıp gittiğimizde arkamızdan hayırla ananlar olsun. Bulunduğumuz yerden “iyi ki gitti” demesinler, “keşke aramızdan ayrılmasaydı” desinler. Günlük siyasi, ırkî, sosyal, ekonomik çekişmeler bizi benliğimizden ve kimliğimizden uzaklaştırmasın. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Rabbim her yaş dönemimizde yar ve yardımcımız olsun. İşte ömür böyle geçip gidiyor.

Sabiliğim geçti Ulus Urca’da
Deliliğin sonu Bağlarbaşı’nda
Akıllı sandık kendimizi Ula’da
Fikrini soran olmaz Muğla’da
Zamanınızı aldıysam boşuna
Hakkınızı helal edin Hasan’a

Not: Drahnalı; Mehmet ÜNAL (ejder) ağabeyimizin vefatını öğrendim. Rabbim yakınlarına sabır, kendisine Cennetini versin. “Ondan geldik ona dönücüleriz.”